Lozan Konferansı'ndan sonra yaşanan aşağıdaki gelişmelerden hangisi Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasına neden olmuştur ?

Yaren

New member
Lozan’ın Ardından Esen Soğuk Rüzgârlar ve Yakınlaşan İki Komşu

Sevgili forumdaşlar,

Hepimiz tarih derslerinde okuduk, belki de kulaktan kulağa çok şey duyduk ama ben bugün size, biraz daha kalpten, biraz daha insan hikâyeleri üzerinden Lozan Konferansı sonrası yaşananları anlatmak istiyorum. Çünkü tarih dediğimiz şey, yalnızca devlet adamlarının masadaki kararları değil; o kararların ardındaki insanların duyguları, korkuları, umutları ve stratejileridir.

Türkiye, Lozan’ı imzaladıktan sonra yepyeni bir döneme girmişti. Ancak bu yol güllerle kaplı değildi. Batılı devletlerin soğuk bakışları, içten içe devam eden çıkar oyunları genç cumhuriyeti yalnızlaştırıyor gibiydi. İşte tam o sırada, Sovyetler Birliği’nin uzattığı el, beklenmedik bir dostluğun kapılarını araladı.

Karakterlerle Başlayan Yolculuk

Hayal edin: Ankara’da, loş ışıklı bir meclis odasında dört kişi tartışıyor.

- Murat, genç bir diplomat. Masaya yumruğunu vurup “Stratejik davranmalıyız!” diyenlerden. Ona göre çözüm, rakipleri iyi analiz etmekten ve güçlü ittifaklardan geçiyor.

- Kemal Bey, deneyimli bir asker. Otoriter, kararlı ama yüreğinde memleket sevgisiyle dolu. “Komşunu iyi tanırsan sırtını dayayacağın dağını bulursun,” diyor.

- Zehra, eğitimli bir gazeteci. İnsanların duygularını, acılarını gözetiyor. “Halkımız hâlâ savaşın yaralarını sarıyor, dostluğa ihtiyaçları var,” diye ekliyor.

- Elif, genç bir öğretmen. Çocuklarına daha huzurlu bir gelecek sunmanın derdinde. “Bizim için en değerli şey, güvenle yaşayacağımız yarınlar. Kim bize bu güveni hissettirirse, onunla yan yana yürümeliyiz.”

Batı’nın Gölgeleri

Lozan’da masadan kalkıldığında, evet, büyük bir zafer vardı. Ama aynı zamanda Batı devletlerinin içinde saklı bir huzursuzluk da kalmıştı. Türkiye’nin bağımsızlık iradesi, özellikle İngiltere ve Fransa’nın hoşuna gitmemişti. Borç meselesi, kapitülasyonların kaldırılması, Musul sorunu gibi başlıklar hâlâ diken gibiydi.

Murat bu tabloyu şöyle özetliyor:

“Dostlar, Lozan’da imzaları attık ama masada kalan boş sandalyeler hâlâ var. Batı bize kuşkuyla bakıyor. Onların arasında kalırsak bir gün tekrar yalnız bırakılırız.”

Kemal Bey başını sallıyor:

“Doğru. Batının desteği pamuk ipliği. Ama Sovyetler, bizim gibi devrimle doğmuş bir devlet. Onlarla yan yana durmak, bu yalnızlık duvarını yıkabilir.”

Sovyetlerle Ortak Yara: Batıya Güvensizlik

İşte tam da bu noktada, Türkiye ile Sovyetler’in kaderleri kesişti. İki ülkenin de en ortak noktası, Batı’ya duyduğu güvensizlikti. Sovyetler için kapitalist dünyanın kuşatması, Türkiye için ise emperyalizmin gölgesi hep aynı tehdidi hatırlatıyordu.

Zehra söze giriyor:

“Düşünün, Moskova’daki halk da bizim gibi savaşlardan çıkmış. Onlar da Batı’ya güvenmiyor. Bizim dostluğumuz, sadece bir anlaşma değil, aynı zamanda yaralarımızı birbirimize gösterebilme cesareti olacak.”

Elif ise daha duygusal bir noktaya değiniyor:

“Çocuklarımıza barış dolu bir gelecek bırakmak istiyorsak, Batı’nın bize biçtiği kalıpların dışında bir dostluk aramalıyız. Komşuluğun değeri budur; kapını ilk çalan, zor günde yanında durandır.”

Musul Sorunu ve Yakınlaşmanın Kıvılcımı

Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasında en somut etkenlerden biri Musul Meselesi oldu. Lozan’da çözülemeyen bu konu, Türkiye ile İngiltere arasında sert bir düğüm hâline gelmişti.

Murat haritayı masanın üzerine seriyor:

“Bakın, Musul yalnızca bir toprak değil. Petrolüyle, stratejik konumuyla hem bizim için hem Batı için değerli. İngiltere bunu bırakmaz. Onların baskısına karşı sırtımızı Sovyetlere dayamak mantıklı.”

Kemal Bey ekliyor:

“Evet, İngiltere ile gerildiğimiz her an, Sovyetler bize omuz verebilir. Bu, sadece bir diplomatik hamle değil, aynı zamanda bağımsızlığımızı koruma yoludur.”

Kadınların Kalpten Dokunuşu

Zehra ve Elif ise bu yakınlaşmayı sadece stratejik bir hamle olarak değil, insanî bir ihtiyaç olarak görüyor.

Zehra gözleri dolarak konuşuyor:

“Unutmayın, bizim köylerimiz hâlâ yıkık. Analara hâlâ oğullarının mezarını gösteremiyoruz. Eğer Sovyetlerle yan yana durmak, halkımıza biraz daha huzur getirecekse, bu dostluk bir zorunluluktur.”

Elif ise sınıfındaki çocuklardan bahsediyor:

“Çocuklar bana sürekli soruyor, ‘Öğretmenim, yine savaş olacak mı?’ Onlara umut verebilmek için, biz barışa sımsıkı tutunmalıyız. Belki de Sovyetler bu barışın kapısını aralayacak dostumuzdur.”

Tarihin Sessiz Tanıkları

O gece meclis odasında dört karakter, farklı bakış açılarıyla ama aynı kaygıyla birleştiler. Bir yanda stratejik aklın sesi Murat ve Kemal Bey, diğer yanda kalpten gelen sözleriyle Zehra ve Elif. Hep birlikte vardıkları sonuç şuydu:

Batı’nın gölgesinde kalmak, Türkiye’yi zayıflatır. Ama Sovyetlerle kurulacak dostluk, hem siyaseten hem de duygusal olarak yeni bir güç kaynağıdır.

Ve işte böylece, Lozan sonrası gelişmelerin arasında en çok öne çıkan, Türkiye’nin Musul meselesi nedeniyle İngiltere ile karşı karşıya kalması oldu. Bu gerilim, Türkiye’yi Sovyetler’e daha da yakınlaştırdı.

Forumdaşlara Sorular

Sevgili dostlar, siz bu hikâyeyi okurken belki de kendi hayatlarınızdan izler buldunuz. Erkeklerin çözüm ve strateji odaklı bakışlarıyla kadınların empatik ve ilişkisel yaklaşımları birleştiğinde, ortaya sadece siyaset değil, insana dokunan bir tarih çıkıyor.

Sizce Türkiye’nin Sovyetler’e yaklaşması sadece zorunluluktan mı doğdu, yoksa bu dostlukta gönülden bir pay da var mıydı?

Ya da kendi hayatınızda hiç böyle bir durum yaşadınız mı; yani bir zorlukta, hiç beklemediğiniz birinden gelen dostluk eline tutundunuz mu?

Hadi gelin, bu başlık altında hem tarihimizi hem de kendi hikâyelerimizi paylaşalım. Çünkü bazen tarih, bize kendi hayatımızın da aynası olur.